ŞU TESADÜFE BAKIN (!)

Televizyonda bir film seyrediyorum. Filmin ilk dakikalarında işlenen cinayetin şüphelisi olarak sorguya çekilen başrol oyuncusu, polise şehre bu sabah indiğini söylüyor. Geriye doğru taradığı koyu saçları, üzerinde jilet gibi ütülü beyaz gömleğini tamamlayan bir kravatla, gayet dinç ekrandan bana bakıyor. Ben de gayri ihtiyari sesli düşünüyorum. Hiç uzun bir yolculuktan gelmiş bir halin yok diyorum. Kahramanımız gözlerini benden kaçırmadan cevap veriyor. “Uçaktan indikten sonra otelde üzerimi değiştirip buraya geldim.”

İki sene önce yine bir yaz günü;  yürüyüş yaparken keşfettiğim bir kafedeyim. Kuytu bir masaya yerleşiyorum. Az sonra “Hoşgeldiniz’ diyerek gelen genç kız kahve siparişimi alıp yanımdan uzaklaşıyor. Yan masada karıştırılan koyu dedikodu kazanına kulak misafiri olmamak için çantamdan kitabımla kulaklığımı çıkarıyorum. Piyano sesiyle başlayan bir şarkının eşliğinde kaldığım sayfadan okumaya devam ediyorum. Okuduğum sayfayı bitirmiş öbür yüzünü çevirirken elinde kahve fincanıyla geri gelen genç kıza teşekkür edip bıraktığı fincanı biraz kenara çekiyorum ve sayfanın ilk cümlesini okuyorum ‘Kahve geldiğinde…”

Hepimizin günlük hayattan onca örnek verebileceği bu tür olaylara karşı oldum olası ilgim ve üzerine kafa yormuşluğum vardır. Radyoyu açtığında en sevdiğin şarkının çalması, rüyanda gördüğün kişinin seni o gün araması ya da ondan bir haber almak, bir sonraki ara sokağa girdiğinde onun karşına çıkması gibi hayat boyunca “Şu Tesadüfe bakın” diyerek kahkaha attığımız onlarcası.

Sözlük tanımıyla tesadüf; bilgiye, isteğe ya da herhangi bir kurala, yani belli bir nedene dayanmaksızın oluveren karşılaşmalardır. Beynimiz günlük hayatta başımıza gelen birçok olay karşısında neden sonuç bağlantısı kurar hatta çoğu zaman bunu gece yastığa başımızı koyduğumuzda yapar. Ancak “Tesadüfî” anlarda neden sonuç bağlantısı kuramaz ve aradaki bu boşluğu gizemli, doğaüstü hatta mucizevî olarak değerlendirmemizi bekler.

İstanbul gibi büyük bir şehrin en kalabalık caddelerinden biri olan İstiklal’de askerlik arkadaşınla, ilkokuldaki sıra arkadaşınla, aylardır görmediğin kuzeninle karşılaştığında gizemli bir hal alan tesadüfler Edirne’de gerçekleşince insan, küçük bir şehirde yaşamanın güzelliklerine dem vurur. Şehrin yüzölçümünü, nüfus yoğunluğunu kabaca hesaplayan beynimiz bizi olasılığın makul olduğuna inandırır. Gel gelelim aynı şehirde yaşamaya devam ettiğim başka bir okul arkadaşımla tekrar karşılaşmak için neden otuz yıl beklediğimi açıklayamaz. Hani nüfusu yoğun değildi bu şehrin? Ya da henüz tanıştığım biriyle yıllarca aynı mahallede oturup, aynı sokaklardan geçip gidip, ortak arkadaşlarla görüştüğümüz halde yollarımızın neden hiç kesişmemiş olduğunu anlatamaz. Hani yüzölçümü küçüktü bu şehrin?

Belli bir nedene dayanmaksızın oluveren sayısız karşılaşmalardan pek azına denk geliyoruz.

Doğada gerçekleşen milyonlarca tesadüfün farkına bile varmıyoruz. Bir arının aynı çiçekten kaç kez nektar topladığını, gökyüzünde kanat çırpan kuşun o hep aynı kuş olduğunu, rüzgârın kaç kişinin saçını savurduğunu, saçları savrulanların kaçının birbirini tanıdığını hiç ama hiç bilmiyoruz. İnsani bir yanılgıyla bilincimiz var diye her şeyi bildiğimizi sanıyoruz. Bilmediğimiz zamanlarda beynimizin bizi teselli etmesini bekliyoruz.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu
error: İçerik korunmaktadır !!