
Şehirden uzaklaştıkça yaklaşık yarım saat önce benimle birlikte uyanan güneş ışıkları gözlerimi kamaştırıyordu. Bir de gözden kaybolana kadar evlatlarının arkasından el sallamayı eksik etmeyen anne edasıyla iki eli gökyüzünde salınan Selimiye...Yol aldıkça ardımda yaklaşan araç trafiği dikiz aynasının kadrajında çoğalıyor, bir fotoğraf karesine sığmaya çalışan arkadaş grubu gibi birbirlerini sağlı sollu geçerek ön sıralarda yer almaya çalışıyorlardı. Radyoda ismini şimdi hatırlayamadığım bir kadının hüzünlü sesi; hatıralar,hatıralar gelmeyin,görmeyeyim sizi hatıralar*
Bir elim gittikçe düşürdüğüm viteste diğer elim bir dostun omzuna atılmışçasına direksiyon simidinde frene basarken kırmızı ışığın önünde ilişiverdi gözüm durakta işine ya da evine gitmek üzere güne çoktan başlamış hemşerilerime. Kimi dünyaya geldiğine pişman bin kere, kimi uykusuz katlayıp bırakmış renkli düşlerini yatağının üstünde. Birisi vardı ki içlerinde;durağın biraz berisinde,benim boylarımda,yirmili yaşlarının henüz başında, neredeyse çocuğum olacak yaşta olduğunu tahmin ettiğim bir geç kız;görüş açıma dönük sırtında çok eskiden bir benzerini kullandığım bir çanta,modanın tekrar eden bir olgu olduğunu kanıtlarcasına,bir elinde kucakladığı kitaplar,üzerinde en sevdiğim renkten bir ceket,ensesinde gelişi güzel toplanmış kızıla boyalı saçları.Boştaki eliyle,hararetle büyükçe bir dikdörtgen eskizi çizerken dikkatimi çekiyor,karşısındakinin gözünde canlandırması kolay olsun diye.Bir çerçeve belki bir kapıya benzettiğim şeklin yanına bir kaç yarım daireler ekliyor ne demek istiyorsa artık kendince,asılı bırakıp o şeklin hayalini havada bir süre karşısındaki adamın yüzüne odaklanıyorum.Kızın kızıl saçlarının ufuk bitiminde başlayan burnunu,gözlerini seçiyorum belli belirsiz.Bulunduğum mesafedeno an hepsi aynı renk; gözü,kaşı,saçı ve bir de keçi sakalı en ayırt edici yanı kulak hizzasındaki bukle saçları ve bir ara küpe sandığım parlayan ışığı.Genç kız artık ne söylediyse gülümsemesine sebep oluyor adamın bu gülüşü bir yerden tanıyorum...
Bir anda önce zihnimde sonra karşımda parıldayan sarı ışıkla nerede ve nasıl olduğunu bilmediğim bir yaşanmışlığa doğru sürmeye koyuluyorum.Geçmek bilmez günlerin üzerine çarpı atıp, saydığımız şafaklardan sonra tren köprüsünün altında buluşacağımız o kış sabahına varıyorum, ''Allah seni sevdiğine kavuştursun''diyen dilencinin o içten duasının kabul edilişine şahit oluyorum...Meriç kıyısında sarılırken sana, köprüden geçirdiğim-yıllar sonra bir kısmını hayatın acımasızca suya iterek yitireceğim-hayallerime bihaber bakış acımı çekiyorum,bahar zamanı papatyalar toplayıp uçurtma uçurduğumuz bugün üzerinde çok katlı apartmanların yükseldiği tarlalarda koşuyorum,Karaağaçta şekersiz kahveler eşliğinde kolunun altına kaç kez tutuşturduğumu sayamadığım tavla kutusuna göz kırpıyorum.Sarayiçi'nde şoför mahalinde oturmama izni verip sağ koltukta benim yerime hayali bir fren pedalına basışına gülümsüyorum.Kaleiçi 'nde çatlamış, pürüzlü yüzleriyle,çapraz tahtalar çivilenerek dile gelmesi engellenen kapılarıyla, feri sönmüş pencereleriyle o yaşlı evlerin gençlik, hafızamızın bir köşesinde paslı kırıntılarıyla öbek olmuş öğrencilik yıllarına el ele döndüğümüz sokakları bir kez daha arşınlayışımızı canlandırırken sanırım gözüme çöp kaçırıyorum...
Siz hiç bu şehrin sokaklarından geçerken bir kaldırımda kalan,durakta bekleyen anılarınıza selam verdiniz mi?Doğup büyüdüğü şehirden hiç ayrılmayan insanlara has bir döngü mü ,yoksa an'ı yaşayacağına anılarını yad edenlere özgü mü? Belki o sabah duraktaki genç kız yüzüne düşen bir tutam saçı yüzünden savuşturmak için başını geri atıp baksaydı ya da görmediği halde benim ona baktığımı sezip o da bana baksaydı ve bakışlarımız kesişseydi vereceğim selama başıyla karşılık verir miydi? geleceğini ön görür müydü?