Pencere

Kişi kendi kendisiyle barış içinde olmalı. O barışı yapamadığımızda bir şekilde içimizde huzur, sakinlik ya da kendimize güven duygumuz olmaz. Barışmak gerekiyor kendimizle, her şeyden önce kendi varlığımızı kabullenmek durumundayız. Nasıl barışacağız peki?

Bütün özelliklerimizin farkında olup fiziki veya ruhsal farklılıklarımızı, noksanlıklarımızı, iyi yönlerimizi, reddettiğimiz ya da kabul ettiğimiz varlığımızı öncelikle bizim kucaklamamız, yüzleşip kabullenmemiz gerekiyor. Onun dışında herkesi olduğu gibi görüp ailevi gerçekliklerimizle yüzleşip kabul etmek çok önemli. Bunları başardığımızda hayata daha iyi bakma olasılığımızda artar. Bir de çevremizle olan ilişkilerimiz var elbette.

Çevre dediğimde, arkadaş ve bir şekilde iletişimde olduğumuz ya da olmak zorunda kaldığımız kişilerden bahsediyorum. İşte onlarla da ailemizle olan ilişkimizdeki gibi kabul etmek gerekiyor. Üçüncü bir grup insan daha var ki, onlar dostlarımızdır. Dostlarımızla kan bağımız olabilir ya da olmayabilir, ama onlarla gönül (can) bağımız vardır. İşte o gönül bağı kolay kolay incinmez, ufak tefek iletişimsizliklerde karşılıklı anlayış ve hoşgörü ile bir şekilde çözülür.

Dost diyoruz ya, bence anlamı çok çok özel. Çünkü bu insanlarla aylarca yüz yüze görüşemedikten sonra yeniden bir araya geldiğinizde kaldığınız yerden devam edebiliyorsunuz. Gönül bağının çok daha kıymetli olduğuna inanıyorum.

Gönül bağı kurduğunuz kişiler sadece kötü gününüzde değil iyi gününüzü de sizinle birlikte paylaşandır, sizi kıskanmayandır. İşte hayatımızı yaşanır ve özel kılan bu dostlardır.

Şair demiş ya: “Her nimet kabulüm. Yeter ki gün eksilmesin penceremden.”

Sevgili okuyucularım, sizin de pencerenizden dostlarınız hiç eksilmesin, pencereniz hep güzelliğe açılsın…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu